Sosyolog, Aile Danışmanı, eğitimci ve yazar Filiz Aldemir, “Bilimsel gelişmeler günümüzde baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Bu sayede tabiattaki canlı ve cansız varlıklarla, yaşadığımız gezegen ve evrenle ilgili her gün yeni şeyler öğrenmekteyiz. Teknolojide ortaya çıkan bu gelişmelere rağmen bazen meydana gelen olaylar karşısında insanoğlu maalesef çaresiz kalmaktadır. Bilim ve teknolojinin son dönemlerde çaresiz kaldığı en önemli olaylardan biri de, bütün dünyada hızlı bir biçimde yayılan ve bir salgına dönüşen Covid-19 hadisesidir” dedi. 

Covid-19 Virüsü nedir ?

COVID-19 (Yeni Koronavirüs Hastalığı);  ilk olarak Çin’in Vuhan Eyaleti’nde 2019/Aralık ayının sonlarında solunum yolu belirtileri ile gelişen bir grup hastada yapılan araştırmalar sonucunda 13 Ocak 2020’de tanımlanan bir virüstür. “COVID-19” ismindeki “co” corona virüs ailesine ait bir virüs olduğu için bu kelimenin ilk iki harfini, “vi” virüs kelimesinin ilk iki harfini, “d” ise İngilizce hastalık anlamına gelen “disease” kelimesinin ilk harfini, “19” ise, 2019 yılında ortaya çıktığı için  bu yılın son iki rakamını alarak oluşturulmuştur.

Salgın başlangıçta bu bölgedeki deniz ürünleri ve hayvan pazarında bulunanlarda tespit edilmiştir. Daha sonra insandan insana bulaşarak Vuhan başta olmak üzere diğer şehirlere ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin diğer eyaletlerine ve diğer dünya ülkelerine yayılarak bir salgına (pandemi) dönüşmüştür. Koronavirüsler, hayvanlarda veya insanlarda hastalığa neden olabilecek büyük bir virüs ailesidir. İnsanlarda, birkaç koronavirüsün soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir. Hastalık, 2-14 gün süren bir kuluçka süresinden sonra birden başlayan yüksek ateş, öksürük ve nefes darlığı ile karakterize olmakta,  bazı hastalarda boğaz ağrısı ve burun akıntısının da olduğu görülmektedir. Hastalık genellikle orta-ağır bir klinik seyir göstermektedir. Ağır hastalanan ve ölen kişilerin büyük kısmı 65 ve üzeri kişilerden oluşmakta, daha çok akciğer hastalıkları, organ yetmezlikleri, kanser, diyabet, bağışıklık baskılayan hastalıkları olan kişiler üzerinde daha etkili olduğu gözlenmiştir. Bir insandan diğerine geçerken, bir süre sonra mutasyona uğrayarak sürekli değişim geçiren bu virüsün değişik mutantları (varyantları) ortaya çıkmakta ve bu durum tedaviyi zorlaştırmaktadır. 

Covid-19 Virüsüne karşı, aşılanmanın bir çözüm olduğu konusunda bilim insanları ne diyor?  

Aşı yaptırılması gerektiğini savunan bilim insanları, aşının insanoğlunun tarih boyunca kitlesel ölümlerini önlediğini, aşı çalışmalarının arka planında çok ciddi bir çalışma olduğunu ve tedavi etme özelliği bakımından yeterli bilimsel verinin elde edildiğini, aşıların, hastaların yoğun bakım aşamasına gelmesini engellediği yolunda verilerin bulunduğunu, mRNA aşısının çok yeni olmadığını, aslında son 15-20 yıldır üzerinde çalışılan bir teknoloji olduğunu, ayrıca eski teknoloji ile üretilen aşıların da bir alternatif olarak tercih edilebileceğini savunmaktadırlar.

Aşı yaptırılmaması gerektiğini savunan bilim insanlar ise, covid-19 virüsünün çok yeni bir virüs olduğunu, yapılan aşı çalışmalarının henüz FAZ-3 çalışmalarını tamamlamadığını, dünyada hiçbir pandeminin aşı yoluyla bitirilemediğini, toplum bağışıklığı yoluyla çözüldüğünü, bu aşıların bilimsel olarak güvenli olduğu noktasında hiçbir bilimsel verinin bulunmadığını, tarih boyunca aşılara bağlı ciddi yan etki ve ölüm vakalarının görüldüğünü, aşılarla ilgili şüphelerin giderilmesinin aşıyı üreten firmalara ait olduğunu, bunun da ancak tüm bilimsel çalışmaların ortaya açıkça ortaya konulması ile mümkün olabileceğini, aşı olmak isteyen kimselerden yasal muafiyet alınmak istemesinin yeterli güvenirliğin olmadığının açık kanıtı olduğunu, yasal muafiyet istenmesinin nedeninin ise açılacak tazminat davalarından çekinmeleri olduğunu, bazı ülkelerde aşı yapılan yaşlı kişilerde ani ölümlere yol açtığının görüldüğünü, ayrıca daha önce hiç denenmemiş olan ve tamamen yeni bir teknoloji olan mRNA teknolojisinin sonuçları hakkında yeterli bilimsel sonuç bulunmadığını ve çok ciddi yan etkilerin ortaya çıkabileceğini, covid-19 salgını nedeniyle ölen insanların sayısı dikkate alındığında, bu salgının çok büyük bir salgın olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, şu ana kadar yaklaşık 2 yıl içinde toplam 4 milyon insanın öldüğünu, zaten viral hastalıklardan her yıl ortalama 1,5 milyon insanın öldüğünü, bir yılda sadece kanserden ölen insan sayısının 10 milyon civarında olduğunu, bu nedenle böyle bir salgın nedeniyle tüm dünyanın aşılanmak istenmesinin dünyada ilk defa görünen bir şey olduğu, sürekli mutasyona uğrayan bir virüse karşı aşı geliştirmenin pratik faydasının çok tartışmalı olduğunu iddia etmektedirler.

Covid-19 Aşısına karşı duyulan

kaygıların kaynağı nedir?

Salgının ortaya çıktığı günden biri bilim insanları arasında aşı konusuda çok ciddi bir görüş ayrılığı süregelmektedir. Covid-19 salgınının ilk ortaya çıktığında virüs hakkında bilinenleri bugün ile karşılaştırdığımızda gerçekten dikkat çekici bir şekilde farklılıklar olduğu ortadadır. Bununla birlikte, yeni bilgi, yeni vaka, virüsün değişik varyantları ve yeni tedbirler konusundaki bilgi bombardımanına ayak uydurmak zordur. Bu durum salgını takip etmeye çalışan herkes için kafa karıştırıcı hale gelmiştir. Bir gün okuduğunuz bir haber, ertesi sabah tamamen işlevsiz olabilmektedir. 

Birçok geleneksel ve sosyal medya platformu geniş kitlelere ulaşmakta ve buralarda paylaşılan bilgilerin faydalı yanlarının yanı sıra, salgın konusunda toplumda korku ve endişe oluşturma etkileri de büyük olabilmektedir. Viroloji uzmanı olmayan profesörlerden sosyal medya hesaplarının ardındaki kimliği belirsiz kişilerin virüsün kökenine ilişkin teorileri bazen hükümetlerce bile destek bulmuştur. Özellikle sosyal medya aracığı ile paylaşılan bilimsel olmayan “komplo teorileri” birçok kişiyi kaygılandırmaktadır. Ancak burada “Conspiracy Theory” (komplo teorisi) ile “Educated Guess” (bilgiye dayalı tahmin) kavramlarını birbirinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum. 

Komplo Teorisi; bir kimse, kuruluş veya ülkeye karşı gizlice, zarar verici tuzak kurulduğu varsayımına dayanan düşüncelerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Oysa Bilgiye dayalı tahmin (Educated Guess); eldeki doğru bilgi ve belgelerden hareketle deneyime veya teorik bilgiye dayanan, neden sonuç ilişkisi içinde, iyi değerlendirilmiş  bir tahmin demektir. Örneğin bir odada bir kedi var ve pencere de açık ise, bir süre sonra odaya tekrar baktığınızda odada kediye göremediğiniz zaman, kedinin pencereden çıkıp gittiğini düşünmek bilgiye dayalı bir tahmindir. Oysa o kedinin bir köpek tarafından öldürüldüğünü iddia etmek komplo teorisidir. 

Bu açıdan bakıldığında Covid-19 virüsü ve bu virüse karşı çıkarılan aşı hakkında ortaya atılan bütün iddiaları komplo teorisi olarak algılamak da doğru olmayacaktır. Bazı iddiaların dayandırıldığı gerekçeler ve bunlara karşı yapılan açıklamaların yetersizliği insanları tatmin etmemekte ve duyulan kaygıları derinleştirmektedir. 

Öte yandan Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ), “Çin’in salgındaki rolünü gizlemek, hatta teşvik etmek, Çin’in piyonu olmak, küresel acil durum ve pandemi ilan edilmesinde geç davranmak, ülkelere defalarca ‘Çin ile sınırlarınızı kapatmayın’ çağrısı yaparak salgının küresel boyutta hızla yayılmasında büyük pay sahibi olmakla suçlanması” da insanların bu salgın konusundaki komplo teorilerini körüklemiştir.  

Covid-19 virüsü ve bu virüse karşı geliştirilen aşıya hakkında ortaya atılan iddialar, söylentiler ve komplo teorileri nelerdir? 

Bu konuda birçok iddia, söylenti veya komplo teorisi ileri sürülmekle birlikte genel olarak en çok ileri sürülenler şunlardır; 

• “Aşı yoluyla insanlara mikroçip takılıyor, planın başındaki isim Bill Gates”

•  “Herkes için Dijital sertifika uygulaması başlatılacak”

• “Aşılar insanların genetiğini bozuyor ve DNA’mız ile oynuyorlar”

• “Aşılar kısırlığa neden oluyor”

• “Uzun vadede şimdi gözlenemeyen yan etkiler ortaya çıkacak”

• “Aşılar bizi manyetik hale getiriyor”

• Bu tanı kitleri (PCR kitleri) sistemin uydurduğu, her gribi “Covid” diye etiketleyerek “Korku pandemisi”ne hizmet eden bir tezgahdır. 

• “Covid-19 virüsü belirli odaklar tarafından laboratuvarda imal edilmiş, doğal olmayan, biyolojik bir ajandır. Biyolojik bir savaş ile karşı karşıyayız. Bu nedenle bu virüsün aşısı da aynı odaklar tarafından imal edilerek piyasaya sürülmektedir ve amaç insanların tedavisi değildir.”

Bu ve bunun gibi birçok iddia ortaya atılmakta, bu iddiaların bazıları çok temelsiz ve ilk bakışta gerçek dışı olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle sosyal medyadaki hiciv, parodi, fabrikasyon, manipülasyon, propaganda, reklam ve halkla ilişkiler amaçlı sahte haberlerin zihinlerde bıraktığı algı, gerçek ortaya çıksa bile eski haliyle kalabilmektedir.  Ancak mantıklı temellere oturtulmuş  bazı ciddi iddialara yönelik yapılan açıklamalar ise çok yetersiz kalabilmekte ve bu açıklamaların tatmin edici nitelikte olmadığı da aşikardır. 

Bilim ve Teknolojide gelinen nokta ve Bilinç altındaki korku..!

Esasen Covid-19 virüsü ve aşısına karşı duyulan kaygıların uzun süreden beri  insanların bilinç altında yatan, daha derin korkuların bir parçası olarak ortaya çıktığı kanısındayım. Şöyleki; 

 1996 yılında nüklear transfer süreci kullanılarak yetişkin somatik bir hücreden klonlanan ilk hayvan(koyun) olan Dolly den sonra geçen 25 yıl içerisinde birçok alanda inanılmaz gelişmeler meydana gelmiştir. Son 25 yıldan beri insan klonlanması konusunda hiçbir araştırma yapılmadığından kim emin olabilir. Günümüzde tıp, mühendislik, genetik bilimi, yapay zeka gibi bir çok alanda ortaya çıkan gelişmeler baş döndürücü bir hızda devam etmektedir. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra yeniden kutuplaşmanın eşiğine gelen dünya düzeninde, bilinen klasik silahlar dışında çok değişik silahlar ve yöntemler ortaya çıkmaktadır. 

Günümüzde birçok ürünün genetiği ile oynanmış, genetik yapısı değiştirilmiştir. Artık oda sıcaklığında aylarca çürümeyen elmalarımızın, istenilen tat ve aromada mısırlarımızın ve meyvalarımızın, yapay etlerimizin olduğu bir dünya gerçeğinin içinde yaşıyoruz. 

Tüm geleneksel ve sosyal medyada hemen hemen her gün duygumuz “Büyük Sıfırlama” (Great Reset) kavramına birçok insan tarafından inanılmaktadır. 

ABD tarafından tüm dünyayı kapsayacak şekilde gökyüzüne fırlatılan 70.000 adet alçak irtifa uydusu (starlink projesi) Ağustos/2021 itibarıyla devreye sokulmuştur. Bu uydulardan gönderilen RF dalgalarının bir silah olarak kullanılabileceğini hatta bazı bölgelerde kullanıldığına yönelik iddialar gerçek dışı bir tahmin olmayacaktır. Ayrıca bu uydulara bağlı olarak dünya çapında bilgi aktarımının çok yüksek hızlara ulaşacağı 5G teknolojisi bazı ülkelerde kullanılmaya başlamıştır. Artık tüm dünyaya internet hizmetinin bu uydular tarafından verileceği iddia edilmektedir. 

Türler arası gen aktarımının mümkün olabildiği, buna bağlı olarak, gen transferi ile bir hayvandan insana organ nakledilebileceği, bilim insanları tarafından kabul edilen bir gerçektir. Böylece gelecekte organ bankalarının var olacağını söylemek hayali bir yaklaşım olmayacaktır. Artık aileler doğacak çocuğunun cinsiyetini belirleyebilmektedir. Yakın bir gelecekte göz rengi, saç rengi gibi belirlemeleri de yaygınlaştıracaktır. Başka bir ifade ile yakın gelecekte bir yeni doğacak bir çocuk anne ve babanın gen havuzundaki tesadüfi bir kombinazyonla doğmayacaktır.

Elon Musk’un kamoyuna resmen açıkladığı  Neuralink projesi, insan beyni ile bilgisayarın birleştirilmesini amaçlamaktadır. Bunun dışında, çok uzak olmayan geleceğe dair Kimera, Humanoid, Klonoid gibi daha bir çok muhtemel gelişmelerin konuşulduğu bir dünya düzeninde yaşadığımız artık yadsınamayacak bir gerçektir.

1800 yılların başında 1 milyar olan dünyadaki insan nüfusu, aradan geçen yaklaşık 200 yılda 8 milyar sınırına dayanmıştır. Tüketim kültürüne dayalı bir sistem içerisinde dünya kaynaklarını hızla tüketen insanoğlu, bu gidişin artık kendi varlığını tehdit ettiğini iyi bilmektedir. Atmosfere salınan karbondiyoksit gazı, küresel ısınmayı hiç olmadığı seviyelere çıkarmıştır.

İşte bütün bu gerçekler karşısında, 2 bin 153 milyarderin, 4,6 milyar kişiden daha yerleşen zengin olduğu bir dünyada,   insanların bilinçaltındaki derin korku, Covid-19 salgınının sıradan ve doğal bir olay olmadığı kanısını güçlendirmiş, buna bağlı olarak covid aşısına da bakış açısını değiştirmiştir. 

Psikolojik ve Sosyolojik Öngörüler  

Toplum psikolojisi düzeyinde düşündüğümüzde bu salgın ve yaşanan zorluklar ileriye doğru hem olumlu hem de olumsuz sonuçlara yol açma potansiyeline sahiptir. Olabilecek olumlu senaryo ileriye doğru toplumsal dayanışmayı ve iş birliğini yükselten, insanların iş bölümü ve toplumsal kurallara uyumunu arttırıcı bir etki yapabileceği gibi toplumsal ve bireysel ayrışma, uzaklaşma, çıkarcılık gibi sonuçlar da doğurabilir. Bunlardan hangisine doğru yönelme olacağı bu salgın döneminin nasıl geçirildiği, ne kadar sürdüğü, şu andaki kurallara uyum düzeyiyle olumlu sonuçlar elde edilip edilmemesi, bu dönemde zorluk çeken insanlara dönük gerçekleştirilen dayanışma ve yardım faaliyetleri ve insanların bu dönemi genel olarak nasıl algılayıp anlamlandırdıklarına göre belirlenecektir.

Covid-19 salgını göstermiştir ki insanlar salgın öncesinde her şeyi her an tüketen, tüketim konusunda sınır tanımayan alışkanlıklara sahipken bu salgın döneminde bu alışkanlıklar sorgulanmaya başlanmıştır. Özellikle dünya genelinde tüketim alışkanlıklarının sorgulandığı, doğa ile olan ilişkilerin, beslenme alışkanlıklarının gözden geçirildiği yeni bir dönem öngörülmelidir.

Virüsün etkileri ne yazık ki toplumsal eşitsizlikler açısından da çarpıcı olacaktır. Her sosyoekonomik grup bu salgından aynı ölçüde etkilenmemektedir. Bu noktada kronik rahatsızlıklara daha fazla sahip olduğu araştırmalarla ortaya konan düşük sosyoekonomik tabaka bu salgından en derinden etkilenecek gruptur. Yalnızca sağlık açısından değil, toplumsal ve ekonomik sonuçları açısından da bu gruplar en savunmasız, dezavantajlı gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada ülkemizde başlatılan yardım kampanyalarına olan desteğin katlanarak artması, toplumsal dayanışmanın güçlenmesi büyük önem taşımaktadır.

Bu salgın kuşaklar arasındaki etkileşimi bozmamalıdır. Yaş üzerinden uygulanabilen ayrımcı tutum ve davranışların toplumsal hayatımızda geri dönüşü olmayan daha kalıcı etkileri olabilir. Bu açıdan bakıldığında virüsün sanki bulaştırıcısı, sorumlu bir grup olarak herhangi bir yaş kesimi görülmemelidir.

Sonuç

Bu salgından sonra huzur ve mutluluğu önceleyen adımları hayatımıza daha fazla katmamız gerekecektir. Birçoğumuz hayatın anlamını yeniden sorgulayacak, hayat felsefemizi bir kez daha gözden geçireceğiz. Bundan sonra toplum olarak yeni bakış açıları, varlık, bilim, teknoloji ve eğitim felsefeleri; yeni ahlak, hukuk ve siyaset anlayışları ortaya koymalıyız. Yeni kuşakları bu doğrultuda yetiştirmeliyiz. Onların da yeni odağı bu doğrultuda olmalı diye düşünüyorum.

Ayrıca Koronavirüs salgını ABD ile Çin arasındaki rekabeti kızıştırarak çift kutuplu bir sistemi daha da belirginleştirebilecektir. ABD ile Çin’in temsil ettiği ekonomik ve politik yapıların farklı olmasına rağmen üretim ve tüketim ağları üzerinden iki ülkenin birbirlerine bağlı olması nedeniyle oluşması muhtemel bloklar arasında kısa vadede keskin bir ayrışmanın söz konusu olmayacağı söylenebilir.

filizaldemir@gmail.com

Haber: İsmail ŞAHİN